
Dünyada her bir dakikada ortalama 4 insanın iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle hayatını kaybettiğini biliyor muyuz? Bu da günde yaklaşık 5000’den fazla kişinin ölümü anlamına gelmektedir. Yalnızca iş kazaları değil, meslek hastalıkları da bu büyük kayıpların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
İlk çağlardan günümüze kadar üretim biçimleri sürekli değişkenlik göstermiştir. Özellikle Sanayi Devrimiyle birlikte bu durum ivme kazanmış ve iş kazalarının ve meslek hastalıklarının artmasına yol açmıştır. Teknolojinin bu kadar gelişmesine rağmen iş güvenliği konusu hem ulusal hem de uluslararası mevzuatlarla güvence altına alınmış olan çalışma hakkı üzerinde hala önemli bir tehdit unsuru oluşturmaya devam etmektedir.
İş sağlığı ve güvenliği kavramının özünde çalışanların işten, iş ortamından ve çalışma dolayısı ile karşı karşıya kaldıkları risklere karşı korunması yer alır. Sağlıklı ve güvenli koşullarda, insan onuruna yakışır bir şekilde, bireyin kendini gerçekleştirmesi ve topluma hizmet noktasında gerçek imkânlar sunan bir işte çalışması tüm çalışanların hakkıdır.
Türkiye’den Çarpıcı Örnek Olaylar
- Maden Faciası (2014): 301 maden işçisinin hayatını kaybettiği bu faciada sebep: Kömür madeninden çıkan yangın ve yetersiz güvenlik önlemleriydi. Cumhuriyet tarihinin en büyük iş kazası olarak kayıtlara geçti.
- Gemi Tersaneleri Kazaları (2008–2012): Tuzla’da art arda meydana gelen ölümler, kamuoyunda “iş cinayetleri” tartışmasını başlattı.
- Davutpaşa Patlaması (2008): 21 işçinin hayatını kaybettiği bu patlama ruhsatsız bir havaifişek atölyesinde meydana geldi. Denetim eksikliği ve kaçak üretimi gündeme getirdi.
- İnşaat Asansör Kazası (2014): İstanbul’da 10 işçinin aynı anda hayatını kaybetmesine sebep olan bu kaza, yüklenici firmaların sorumluluğu ve denetimlerin eksikliği üzerine tartışmaları gündeme taşıdı.
İş sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanamaması sonucunda ortaya çıkan iş kazası ve meslek hastalıkları, çalışandan başlayarak işyerine, işyerinden ulusal ekonomiye kadar zincirleme bir reaksiyonla çok daha geniş ölçekli maliyetlere neden olmaktadır. Söz konusu ekonomik maliyetler, hem işletmelerin rekabet gücü üzerinde büyük ve ağır bir yük oluşturmakta hem de ülkenin gayri safi yurt içi hasılasında önemli bir yer teşkil ederek ekonomik ve sosyal kalkınmaya ilişkin hedefleri etkileyen bir olgu olarak dikkatleri çekmektedir.
Tehlikenin kaynağından kontrol altına alınması, riskleri asgari seviyeye indirecek çalışma sistemlerinin tasarlanması, tehlikeli maddeler yerine daha güvenli olanlarının tercih edilmesi, kişisel ve koruyucu ekipmanların kullanımı ve en temel noktalardan biri olan iş sağlığı ve iş güvenliğinin bir ilke olarak üst yönetim tarafından sahiplenilmesi amaçlanmalıdır. Bu durum; ancak tarafların belirlenen ortak değerleri benimsemelerine ve alınan önlemleri sorumluluklarının bilincinde olarak uygulamalarına bağlıdır.
Önlemenin ödemekten daha kolay olduğu gerçeğini dikkate almak, güvenlik kültürünü yerleştirmek, iş sağlığı ve iş güvenliği çalışmalarını bir maddi külfet, engelleyici faaliyet ve zaman kaybı olarak gören düşünsel algıları ortadan kaldırmak gerekmektedir. İşçi, işveren ve devletler bu hakkı korumaya çalışmalı, korunduğundan emin olmalı ve mevcut durumdan daha iyi çalışma koşulları ve çalışma ortamını sağlamaya çalışmalıdır.
Avrupa Birliği İş Kazaları Oranları
Türkiye, maalesef Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında en yüksek iş kazası oranlara sahip ülkelerden biridir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve SGK verilerine göre her yıl yüzbinlerce iş kazası kayıtlara geçmekte, binin üzerinde çalışan yaşamını yitirmektedir.

Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ise iş sağlığı ve güvenliği kültüründe genellikle yüksek standartlara sahip ülkeler arasında yer almaktadır. Sıkı düzenleme ve denetimlere yer vererek iş güvenliği konusunda proaktif, her konuda geniş çalışan katılımını sağlayan, her konuda çalışanı bilgilendirme gerektiren, programlı, nitelikli belgelendirilmiş eğitim içeren, sertifikalı geniş uzman desteği kullanımını sağlayan bir anlayışa sahiptir. Özellikle Almanya’da Sanayi sektörünün çok olması iş sağlığı ve güvenliği alanına yapılan yatırımları artırmış olup ülkede güçlü bir eğitim ve farkındalık kültürü oluşturmuştur.
Aslında sadece Avrupa Birliği ülkeleri değil, İsveç, Norveç ve Danimarka gibi İskandinav ülkeleri de yüksek iş sağlığı ve güvenliği standartlarına sahiptir. Bu ülkelerde de iş sağlığı ve güvenliği, sadece yasal bir zorunluluk değil, aynı zamanda sosyal bir sorumluluk olarak görülür. İşçilerin güvenliği, devlet tarafından teşvik edilen düzenlemeler ve işverenlerin etik sorumluluklarıyla korunur.
Türkiye’de iş güvenliği algısının güçlendirilmesi için şu adımlar kritik önem taşımaktadır:
- Eğitim ve Farkındalık
- Kurum Kültürü
- Denetim ve Yaptırım
- Çalışan Katılımı
- Uluslararası Standartların Benimsenmesi
Sonuç
Türkiye’de iş güvenliği, hâlen çözülmesi gereken temel sorunlardan biridir. Yasal düzenlemeler önemli bir başlangıç olsa da gerçek çözüm toplumsal algı ve kültürün dönüşümü ile mümkündür. İş güvenliği bir “maliyet” değil, aksine işletmenin sürdürülebilirliği ve toplum sağlığı için bir “yatırımdır”. Çalışanların güvenlik kurallarını benimseme ve içselleştirme düzeyi, alınan önlemlerin etkinliğini doğrudan belirler. Bu nedenle çalışanların yaşam hakkını merkeze alan bir yaklaşım benimsendiğinde, iş kazaları ve meslek hastalıkları önemli ölçüde azalacak; iş güvenliği, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunan bir değer haline gelecektir.
Kaynakça
- SGK İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları İstatistikleri (2018–2022)
- Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Raporları
- Eurostat & Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansı Verileri
- Heinrich, H.W. (1959). Industrial Accident Prevention
- Reason, J. (1990). Human Error
- Dergipark.org.tr
- Eurostat, Sosyal Güvenlik Kurumu, ISIG

İş ve Sosyal Güvenlik Bölümü, İş Güvenliği Uzmanı

